Yürüyorum, çevremde bir toprak kokusu. Gözlerim kapalı
ilerliyorum kulağımda bir kadının uğuldayan sesi. Gözlerim kapalı dedim ama,
görüyorum yine de. Çevremdeki ıssız ama tatlı bir çekiciliği olan kumları.
Hafiften esen rüzgar da bana eşlik
ediyor hani, devam etmelisin dercesine. O da biliyor ki yolun ilerleyen
kısımlarında kokusunu aldığım toprak var, biliyor ki bir çağlayan ve güzel
kuşlar orada beni bekliyorlar. Güzel çiçekler açmış, rengarenk ve canlı. Öyle
canlılar ki biliyorlar geldiğimi, hepsinde ufak birer özlem sevinç içinde
saklanan. Ve yine kulağımdaki uğultu, çağırıyor beni. Gel diyor, gel ki
gör emekleri, gel ki yaşa tek canlının
insan olmadığını, gel ki bil doğanın insanları onlardan daha çok istediğini.
Daha iyi koruduğunu, daha iyi baktığını.
Sonra fısıldamaya
devam ediyor uğultu içinden bir ses bana, bunu yaşa ki anlat. Anlat ki bilsin
insanlar da doğanın son haykırışlarını. Halen sevdiklerini halen bir bütün
olduklarını hatırlat onlara diyor. Yoluma devam ediyorum, sümbül kokuları
yoğunlaşıyor yolum üzerinde. Bir de yeşil yaprak kokusu. Taze su kokusu. Gidiyorum
yanlarına, gözlerim kapalı. Yemyeşil bir alan gökyüzü bile azıcık
görünüyor ve bir dere, bazı yerleri
çağlayan olmuş. Yerler de bir armoni oluşturmuş rengarenk çiçekler… Ağaçlardaki kuşları izliyorum biraz da;
onların birbirleriyle nasıl oynadıklarını, daldan dala atlarken ki o huzur
verici ötüşlerini. Seviyorum hepsini o
kadar mutluyum ki yüzümde inmeyen bir tebessüm kalıyor hep.
Sonra gözlerimi açıyorum, çevremde insanlar… Oturmuşlar
ahşap sandalyelere, önlerinde ahşap masalar, hemen karşımda araçlar ve
uğultuları. Betonların arasından can çekişerek çıkmış otlar, yanımda duran yarı solmuş ağaca bakıyorum
sonra. Evet diyorum kulağımdaki uğultuya;
Evet haklısın, bilmiyorlarmış…